Hükümet tarafından hayata geçirilmekte olan Kanal İstanbul Projesi, Karadeniz ile Marmara Denizi arasında 45 kilometre uzunluğunda yapay bir su yolu inşa edilmesini amaçlayarak, ilk kez 2011 yılında duyurulmuş, 2021 itibarıyla ise fiilen inşaat çalışmalarına başlanarak somut bir aşamaya geçilmiştir. Kanalın güzergâhı incelendiğinde, harita üzerinde İstanbul’un Avrupa Yakası'ndaki önemli yerleşim alanlarından geçtiği görülmektedir. Bu su yolu projesinin temel hedefi, halihazırda yılda yaklaşık 43.000 geminin geçtiği Boğaz trafiğini rahatlatmak ve özellikle tehlikeli madde taşıyan gemiler için daha güvenli, hızlı bir geçiş alternatifi sunmaktadır.

Kanal İstanbul Projesi'nin sadece ulaşıma ilişkin değil, stratejik ve ekonomik düzlemde de çok katmanlı hedefler barındırdığı görülmektedir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümlerine tabi olmayan yeni bir geçiş güzergâhının inşa edilmesiyle, Türkiye'nin hem deniz trafiği üzerindeki egemenlik alanını genişletmesi hem de geçen gemilerden geçiş ücreti alarak ciddi bir ekonomik kaynak yaratması mümkün hâle gelebilecektir. Ancak bu durum, özellikle Boğaz'ı askeri gemileriyle aktif şekilde kullanan Rusya gibi ülkeler nezdinde diplomatik gerilim ihtimalini de beraberinde getirmektedir.

Ekonomik fayda beklentilerine rağmen, proje çevresel etkiler ve maliyet boyutları bakımından ciddi tartışmalara yol açmaktadır. Yaklaşık 20 milyar dolara ulaşabileceği öngörülen maliyeti, yüksek enflasyon ve ekonomik kırılganlıklarla mücadele eden Türkiye ekonomisi açısından ağır bir yük oluşturabilir. Doğa koruma kuruluşları, kanalın inşa edilmesi hâlinde özellikle İstanbul’un tatlı su kaynaklarının tehdit altına gireceği ve birçok canlı türünün yaşam alanlarının zarar göreceği konusunda uyarılarda bulunmaktadır. Öte yandan, bölge halkı ise yeşil alanların kaybı ve yerinden edilme riski sebebiyle projeye temkinli yaklaşmaktadır.

Kanal İstanbul’un Güncel Durumu

Kanal İstanbul’un Güncel Durumu2025 yılı itibarıyla kritik bir eşiğe ulaşan Kanal İstanbul Projesi kapsamında, Sazlıdere Köprüsü gibi kilit yapıların inşası hızla sürdürülmekte olup; bu gelişmeler, hükümetin projeye verdiği önemin somut bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. İkiz kuleleri 90 metrenin üzerine çıkan köprü, kanal güzergâhının her iki yakasında süren çalışmalarla birlikte ilerlemektedir. Tamamlandığında 1.600 metreyi aşacak uzunluğa sahip olacak bu köprü, sekiz şeritli trafiğiyle önemli yerleşkeleri birbirine bağlayarak, kanal etrafında inşa edilmekte olan yeni kentsel bölgelerin bütünlüğünü sağlamada kilit bir rol üstlenecektir.

İnşaat çalışmaları sürerken, büyük ölçekli konut projeleri de bölgenin görünüşünü hızla değiştirmektedir. Arnavutköy’de yaklaşık 28.000 yeni konutun tamamlanmak üzere olduğu, çevre ilçelerde ise on binlerce yeni konutun planlandığı bilinmektedir. Hükümet, kanal çevresinde hem konut hem ticaret alanlarının bulunduğu bir uydu kent kurmayı hedeflemekte; bu vizyon, Kanal İstanbul’a yönelik gayrimenkul yatırımlarının dikkat çekici ölçüde artmasına yol açmıştır. Bazı uzmanlar, kanal güzergâhına yakın arazilerde gözlemlenen ciddi fiyat artışlarının, projenin emlak piyasası üzerindeki etkisinin şimdiden hissedilmeye başladığını ifade etmektedir. Ancak, bu gelişmeleri yalnızca kâr odaklı değerlendiren bir anlayışın çevresel riskleri göz ardı ettiği yönünde eleştiriler de giderek artmaktadır.

Proje, hükümet içinde de fikir ayrılıklarını gün yüzüne çıkarmıştır. Ulaştırma Bakanı 1 Mayıs’ta yaptığı açıklamada Kanal İstanbul’un mutlaka inşa edileceğini vurgulamışken, bir gün önce Çevre Bakanı projenin gündemde olmadığını belirtmiştir. Bu çelişkili açıklamalar, siyasi düzeyde projenin geleceğine ilişkin belirsizliklerin ve iç gerilimlerin arttığını göstermektedir. Öte yandan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi projeye karşı hukuki yollarla direnişini sürdürmekte; projenin çevre yasalarına aykırı olduğu ve koruma altındaki alanlara zarar verdiği gerekçesiyle mahkemelere başvurmaktadır. Tüm bu itirazlara rağmen hükümet, milyarlarca liralık ihale süreçlerini başlatmış, arsa satışlarına hız vermiş ve düzenli inşaat güncellemeleri paylaşarak Kanal İstanbul’un ekonomik ve stratejik değerine vurgu yapmaya devam etmiştir.

İstanbul emlak piyasasındaki güncel trendler ve öngörüler hakkında daha kapsamlı bilgi edinmek isterseniz, “2025 İstanbul Emlak Piyasası Trendleri ve Öngörüleri” başlıklı yazımıza göz atabilirsiniz.

Kanal İstanbul Projesi'nin Çevresel Endişeleri

Kanal İstanbul Projesi'nin Çevresel EndişeleriKanal İstanbul Projesi yalnızca devasa bir altyapı girişimi olarak değil, aynı zamanda İstanbul’un doğal dengesini tehdit eden yüksek riskli bir çevresel hamle olarak değerlendirilmektedir. Hükümet projeyi “ilerleme” ve “kalkınma” başlıkları altında tanıtsa da, çevresel etkileri göz önüne alındığında, kentin en değerli doğal kaynaklarının tehlike altında olduğu açıkça görülmektedir. Kanal güzergâhı, İstanbul’un içme suyu ihtiyacının yaklaşık üçte birini karşılayan Sazlıdere Barajı havzasından geçmekte; bu da hem barajın kendisini hem de yeraltı su sistemlerini doğrudan riske atmaktadır. Kazı sırasında çıkarılacak bir milyar metreküpten fazla toprak, kirli yüzey akışlarıyla bu rezervuarlara ulaşabilir; bu durum ise su kalitesinde ciddi düşüşlere neden olabilir.

Üstelik yalnızca su kaynakları değil, güzergâh boyunca uzanan ormanlık alanlar, sulak araziler ve çeşitli doğal yaşam alanları da ciddi tehdit altındadır. Projeye karşı çıkan çevre örgütleri, kanal boyunca oluşturulması planlanan “yeşil koridorlar”ın nadir türleri korumakta yetersiz kalacağını, ekolojik bütünlüğün geri döndürülemez şekilde zarar göreceğini belirtmektedir. Proje yalnızca kara ekosistemlerini değil, deniz ekosistemlerinde dengeyi de sarsacak niteliktedir. Karadeniz ile Marmara Denizi arasındaki doğal su akışının yapay bir kanalla değiştirilmesi, deniz canlıları açısından hayati olan tuzluluk ve oksijen dengelerini bozabilir; bu da özellikle Marmara Denizi’nde balık popülasyonlarının azalmasına, alg patlamalarının hızla yayılmasına ve genel ekosistem sağlığının zayıflamasına neden olabilir. Kanalın derinliği, tuzlu suyun iç bölgelere doğru sızmasını da kolaylaştırarak hem tarım alanlarını tehdit edebilir hem de verimli toprakları tarım yapılamaz hâle getirebilir.

Projenin savunucuları ekonomik kazanç potansiyelini öne çıkarırken, İstanbul Kanalı çevresinde emlak fiyatları şimdiden fahiş düzeylere ulaşmış durumdadır. İnşa edilen konutların büyük bölümü, özellikle yurtdışından gelen varlıklı yatırımcılara hitap eden lüks projelerden oluşmakta; bu da mevcut tarım arazilerinin hızla yapılaşmaya açılmasına, yerel halk için ise yaşam maliyetlerinin yükselmesine yol açmaktadır. Hükümet her ne kadar binlerce yeni konut vaadinde bulunsa da, düşük gelirli aileler için ayrılan payın oldukça sınırlı olması, projenin sosyal adalet yönünden de eleştirilmesine neden olmaktadır. Başakşehir gibi çevre ilçelerde nüfus artışı hızla devam ederken, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi temel hizmet altyapılarının bu büyümeyi karşılamakta yetersiz kaldığı görülmektedir. Bu durum, zaten zorlanan kentsel kaynaklar üzerinde ek baskılar oluşturmaktadır.

Kanal İstanbul’un Olası Ekonomik Faydaları

Kanal İstanbul’un Olası Ekonomik FaydalarıKanal İstanbul Projesi, yalnızca ulaşımı kolaylaştırmayı değil, Türkiye’nin ticaret yolları üzerindeki kontrolünü artırarak önemli ekonomik getiriler sağlamayı da hedeflemektedir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne tabi olmayan bu yapay su yolu sayesinde, geçiş yapan gemilerden alınacak geçiş ücretleri doğrudan Türkiye’nin gelir hanesine yazılabilecektir. Projeye destek veren kesimler, yıllık 8 milyar dolar civarında gelir elde edilebileceğini öngörmekte; bu tutar, yaklaşık 25 milyar dolarlık proje maliyetinin uzun vadede karşılanmasına ve Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu yapısal sorunlara bir nebze nefes aldırılmasına katkı sağlayabilir. Ayrıca bu gelir, zamanla farklı sektörlerdeki yatırımları finanse etmek için de kullanılabilir; özellikle kanal çevresinde gelişen yeni ekonomik bölgelerde yatırım ve istihdam alanlarının genişletilmesi hedeflenmektedir.

Boğaziçi üzerindeki baskının azalması da önemli bir ekonomik ve lojistik fayda olarak öne çıkmaktadır. Mevcut durumda son derece dar ve karmaşık bir geçiş hattı olan İstanbul Boğazı'ndan günde onlarca büyük gemi—çoğu tehlikeli madde taşıyan tankerler—konut alanlarının ve tarihi mirasın çok yakınından geçmektedir. Kanal İstanbul’un devreye girmesiyle günlük yaklaşık 160 geminin yeni su yoluna yönlendirilmesi planlanmakta; böylece kaza riskleri azalacak, trafik sıkışıklığı önlenecek ve gemilerin geçiş süreleri kısalacağı için yakıt tasarrufu sağlanarak hem ekonomik hem çevresel anlamda kazanımlar elde edilecektir.

Gayrimenkul piyasası açısından da projenin etkisi şimdiden hissedilmeye başlanmıştır. Kanal çevresinde planlanan köprüler, yapay adalar, yüksek gelir grubuna hitap eden lüks yerleşim bölgeleri ve altyapı yatırımlarıyla birlikte, arsa fiyatları hızla yükselmekte; bölgede inşaat faaliyetleri gözle görülür şekilde artmaktadır. Bu megaproje, sadece iç piyasa değil, yabancı yatırımcılar açısından da cazip fırsatlar yaratmakta; bölgedeki yeni projelere olan ilgi, İstanbul’un küresel ölçekte yatırım çekme potansiyelini güçlendirmektedir.

Kanal İstanbul’un Jeopolitik ve Stratejik Sonuçları

Kanal İstanbul Projesi, yalnızca bir ulaşım ya da ekonomik yatırım olarak değil, aynı zamanda Türkiye’nin jeopolitik vizyonunda köklü bir değişimi temsil eden stratejik bir hamle olarak değerlendirilmektedir. 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kısıtlamalarının dışında yer alan yapay bir su yolu inşa edilerek, Karadeniz ile Akdeniz arasındaki deniz trafiği üzerinde daha bağımsız bir denetim kurulması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede kanal, yalnızca gemi trafiğini rahatlatmakla kalmayacak; aynı zamanda askeri gemilerin geçiş rejimini değiştirme potansiyeliyle, Karadeniz’in stratejik denge yapısını da köklü biçimde etkileyebilecektir.

Mevcut durumda, Montrö Sözleşmesi Boğazlardan geçişi düzenleyen uluslararası bir çerçeve sunmakta ve özellikle Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemileri için süre ve tonaj sınırları koymaktadır. Bu durum, NATO donanmasının Karadeniz’deki varlığını sınırlarken, Rusya’ya tarihsel olarak önemli bir avantaj sağlamaktadır. Ancak Kanal İstanbul’un devreye girmesi, bu dengeyi değiştirebilecek niteliktedir. Çünkü kanal, doğal bir su yolu olmayıp yapay olarak inşa edildiğinden Montrö hükümlerine tabi değildir; bu da Türkiye’nin, kanal üzerinden geçiş yapacak askeri gemilere ilişkin kendi kurallarını belirleyebilmesine imkân tanımaktadır.

Bu bağlamda Türkiye, NATO müttefiklerine Karadeniz’e daha serbest erişim sağlayabilirken, Rusya’nın deniz gücünü çevreleyen sınırları sıkılaştırabilir. Özellikle ABD ve NATO’nun Karadeniz’e yönelik stratejik ilgisinin arttığı bir dönemde, kanalın sunduğu bu “yeni diplomatik alan”, Türkiye’nin ittifak içindeki konumunu güçlendirebilir. Ancak bu durum, Rusya açısından bir tehdit unsuru olarak algılanabileceğinden, bölgesel gerilimleri artırma riski de taşımaktadır.